İş dünyasına ait haberlerin bulunduğu “ciddi” dergilerde ve gazetelerin ekonomi sayfalarında yayımlanan başarı öykülerini aklınıza getirin. Aldığı ödüllerle birlikte şık ofislerindeki büyük masalarının başında ya da fabrikalarının önünde poz veren işadamlarını ve işkadınlarını mutlaka anımsayacaksınız. Hamdi Ulukaya (39) da onlardan biri. Üstelik başarı hikayesi alışık olduklarımızdan çok daha renkli. Dedesi ve babası ile birlikte yaz aylarında yaylaya çıkıp koyun güden, üniversite çağına kadar ne olacağına bir türlü karar veremeyen. Amerika gibi bir yere tek kelime dahi İngilizce bilmemesine rağmen “Gidip bir bakayım, nasılmış oralar?” diyerek gidebilen biri o. Her ne kadar “Maceraperest değilim” dese de risk almaya bayılıyor. Hiç düşünmeden, hesap kitap yapmadan aldığı risklerde hiç yanılmamış olmalı ki şu an Amerika’nın en başarılı 10 işadamından biri ve 40 yaş altındaki işadamları arasında en parlak girişimci olarak anılıyor.
* Babanız mandıracılık yapıyormuş. Ona yardım ederek büyüdüğünüzden bahsediyorsunuz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Dedem Elazığ’daki Şavak aşiretinin lideriydi. Ondan sonra da babam geldi. Ancak aşiret denilince hep mal mülk üzerine işleyen bir sitem gelir akla. Bizimki öyle değildi. Dedem de babam da manevi liderlerdi. Ben altı kardeşli bir ailede, Fırat Nehri’nin kenarında, Munzur Dağları’nın eteğinde küçük bir kasabada büyüdüm. Hayatım dedemin dizinin dibinde aşireti nasıl yönettiğini izleyerek geçti. Verilen sözün tutulması gerektiğini, bir işte önceliğin insan ve ona duyulan güven olduğunu ondan öğrendim. Babam mandıracılık yapardı. Ben de yazları yaylaya çıkar, ona yardım ederdim.
* Amerika’ya gitme fikri nasıl ortaya çıktı?
Dil öğrenmek istiyordum. Öylesine, bir gidip bakayım dedim ve Long Island’a gittim. İlk başlarda her giden gibi bocaladım, yalnız kaldım çok. Amerika’ya küçük bir sırt çantasıyla gittim, hiçbir şeyim yok sanıyordum ama meğer ailemden öğrendiğim deneyim ve bilgilerle doluymuş. Başarılı olmak için gereken her şeye sahipmişim.
“Yunanlılar ‘Bir Türk yoğurt piyasasında bizi geçti’ diye üzüldü”
* İlk fabrikanızı da babanızın desteğiyle kurmuşsunuz…
Beni ziyarete gelmişti. “Burada hiç güzel peynir yok, bizimkileri getirip satsana” dedi. Hemen bir-iki konteynır getirdik. Toptancılara verdik, iyi gitti. Para kazandık. Ardından da bir fabrika kurduk. İki yıl bocaladık ama sonra ürün oturdu.
* Tam peynir işi düzene oturmuşken bu defa da Chobani’yi kurup bir daha risk almışsınız…
Yapım böyle. Çalışmam lazım illa ki. Chobani’nin kurulma hikayesi de enteresandır. Masamı toplarken elime bir kağıt geldi. Üzerinde “Makineleriyle satılık yoğurt fabrikası” yazıyor. Attım çöpe. Yarım saat sonra çöpün içinde kağıdı arıyordum.
* Ne oldu o yarım saat içinde?
Karşıma bir fırsat çıktı, birçok insanın başına her gün geliyor ama ben fark ettim ve değerlendirdim. O çöp kutusu hayatımın dönüm noktasıdır bu yüzden.
* O kararı size ne verdirdi?
Fabrikada çalışan 55 kişi kararımda etkili oldu. O insanlar bir ay sonra kapanacak bir fabrikada çalışıyorlardı ve gittiğimde işin hiç teklemediğini gördüm. İnsanlarda ne bir isyan, ne bir bıkma ya da moral bozukluğu… Çok etkilendim. Dedim ki “Bu insanlar kapanmak üzere olan bir fabrikada böyle çalışıyorlarsa yeni bir yatırımda neler yaparlar.” Beni yanıltmadılar. Dört yılda Amerika’nın en büyük süt alımını yapan fabrika olduk.
* Türkler “Yoğurdu biz icat ettik” der. Oysa sizi ambalajlarınızda “Yunan yoğurdu” yazıyor. Tepki aldınız mı?
Fransızlar da, Yunanlılar da, Bulgarlar da, biz de böyle diyoruz. Oysa yoğurt bir yöreye ait değil. Yunan yoğurdu Türk yoğurdundan farklı. Bizim süzme yoğurda benziyor ama daha sulu ve tatlı. Ayrıca onlar bu pazarı oluşturmuş, insanlar Yunan yoğurdu diye bir şeyle tanışmışken aynı ürünü başka bir isimle lanse etmek iş anlamında büyük bir hata olurdu. Buradaki Türk işadamı arkadaşlarımdan bazı tepkiler almıştım ama zamanla geçti. Yunanlıların da tepkileri oldu, “Bir Türk geldi ve bizi geçti” diye epey üzüldüler.
“Biz Apple’ın izlediği rotaya paralel gidiyoruz”
- Geçenlerde Forbes dergisi sizin için “Yoğurdun Steve Jobs’u” diye bir tabir kullandı…
O enteresan bir başlıktı. Ben ilk toplantımızda arkadaşlarıma “Biz gıda firması olabiliriz ama stratejilerimizi teknoloji firması gibi geliştirmeliyiz. Basit ürün, yenilikçi ürün ve şaşırtıcı pazarlama yöntemlerimiz olmalı” demiştim. Bu, Apple’ın izlediği rotayla gayet paraleldi. Hâlâ da öyle. Yılda iki kez yeni ürünler çıkarırız, ambalajlarımızı yenileriz. Yeni ürünü son ana kadar açıklamaz ve tüketicide beklenti yaratırız.
* Siz patron olarak hâlâ her aşamada işin başında mısınız?
Hayır çünkü bir yönetici varlığını ne kadar görünmez kılarsa o kadar başarılıdır. Ben şu an burada tatildeyim ve telefonum çalmıyor. Çalsa da açmam çünkü biliyorum ki ben olmasam da sorunsuz devam edecekler. Bir de “Aman benim işimi elimden alır” diyerek adam yetiştirilmiyor. Oysa bu yanlış, siz ne kadar çok size benzeyen ve işinizi yapan adam yetiştirirseniz o kadar hızlı ilerlersiniz. Mesela “Steve Jobs olmadan Apple nasıl devam edecek” diye endişelenenler var. Ama ben hiçbir zarar gelmeyeceğine eminim. Apple da böyle bir şirket çünkü.
* Bir de Chobani Shepherd’s Gift Foundation (Çoban Armağanı Vakfı) adında bir vakfınız var.
Bizim kültürümüzde paylaşmak var. Para bir yere kadar, sonra insan manevi bir başarı arıyor. Kârın yüzde 10’u vakfa gidiyor. Yurtdışında fabrikamızın bulunduğu kasabaya Amerika’nın en büyük beyzbol sahasını kurduk. Türkiye’de de kütüphaneler kuracağız. Kurban Bayramı’nda da Somali’ye gidiyoruz. Oraya da 1 milyon dolarlık bir bağışta bulunduk.
“Boş zamanlarımda çocuk öyküleri yazıyorum. Birini bastırmak üzereyim”
* Biraz da özel hayatınızdan bahsedelim. Anneniz çok istemiş ama siz bir türlü evlenmemişsiniz..
İlk başlarda zamanım yoktu, sonra da nedense olmadı. Bir-iki kere direkten döndüm tabii. Aile benim için çok önemli. Baba olmak da istiyorum. Ama bugüne kadar doğru kadın karşıma çıkmadı. İlk görüşte aşka da inanırım.
* Neler yapıyorsunuz boş zamanlarınızda? Soho’da bir evim ve New York’un dışında bir çiftliğim var. Çiftlikte atlarla ve köpeklerimle vakit geçiriyorum. Gece hayatım yok, yüksek sesli müzik başımı ağrıtıyor. Dans etmeyi de beceremem. Çocuk öyküleri yazıyorum. Birini bastırmak üzereyim. Bir de fırsat buldukça dünyayı geziyorum. Favori mekanım Güney Amerika. “Çoban her yerde çoban, yoğurt her yerde yoğurt”
* Önümüzdeki günlerde Amerika Reklamcılar Federasyonu’nundan iki ödül alacaksınız…
Dört yılda bu ödüllere layık görülmek harika. Reklam kampanyalarımız nedeniyle başarılı bulunduk. Ama bugüne kadar aldığım ve en gurur duyduğum ödül Türk-Amerikan İş Forumu tarafından Yılın Girişimcisi seçilmekti. Kendi milletimin verdiği ödüldü çünkü.
* Chobani ismi nereden geliyor?
Balkan ülkelerinde, Yunanistan’da falan “Choban” aynı anlama geliyor. Çoban yani. Ben de bu kelimenin bu birleştirici özelliğinden etkilendim. Sonuçta çoban her yerde çoban, yoğurt her yerde yoğurt.
* Amerika’daki Türkler size iş için başvuruyor mu?
Benimle çalışmak için bana özelliklerini, donanımlarını ispatlaman gerek. Sırf Türksün diye seni işe almam. “Maria’dan, George’den ne farkın var?” bilmeliyim.
Kaynak: Milliyet